
O zaman ben direkt sorunu cevaplayarak başlıyorum, çünkü o mevzuya girecek olursak kolay kolay çıkamayacağız.
Yaşı sorulduğunda 22 mi 23 mü demesi gerektiğine henüz karar verememiş, konu hakkında daha net olabilmek için Temmuz’u iple çeken bir bireyim öncelikle. Koyu bir Galatasaray, yine aynı oranda koyu bir Barça taraftarıyım. Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olmaya çalışıyor, bir yandan da iki farklı üniversitenin “Marka İletişimi” ve “Spor İletişimi” (ki buna oldukça aşinasınız, evet, bizim bölümden bahsediyorum) bölümlerini en başarılı şekilde tamamlamayı hedefliyorum. Çoğu insan; “Askerden mi kaçıyorsun” diye soruyor (ve sanırım burada “ehi” diye gülmemiz gerekmekte, o tepkiyi bekliyorlar hep), fakat benim tek amacım, spor medyasında güzel bir iş sahibi olabilmek. Tüm çabam da bundan.
Şöyle bir geçmişine baktığımızda bazı sunuculuk denemelerin gözümüze çarpıyor. Spor iletişimi seçme amacında kamera önünde olmak mı? Bize nasıl burada olduğundan bahseder misin?
Denedim, kabul. Çok çok keyifli bir iş olduğunu da düşünüyorum ve sunuculuğu başarılı bir şekilde yürüten isimlere büyük saygı duyduğumu da hazır yeri gelmişken belirtmek isterim. Ancak, sanılanın aksine, kamera önünde olmak istediğim şey değil kesinlikle. Kendime en uygun gördüğüm alan: program editörlüğü.
Nasıl burada olduğuma gelecek olursak, bir gün Eurosport’ta yayın akışı yazıyordum, saat baya geç olmuştu. Neredeyse ofisten çıkmak üzereydim ki Sencer “Hafta sonu Spor İletişimi’nin sınavı var, sen de gelsene, bak ben gidiyorum” dedi. Ben de önce nasıl olur bilemedim, bir heyecan, bir telaş havası... Fakat sonra, formumu doldurmama yardımcı oldu. Ücretimi ne şekilde yatıracağım konusunda beni bilgilendirdi, derken kendimi sınav salonunda buldum zaten. Arasını inan ben de hatırlamıyorum. Sadece Bağış Abi’ye, sınava nasıl hazırlanabilirim diye sorduğumu, onun da bana “Zaten 24 saat falan var, ama illa çalışacağım diyorsan Ntv Yayınları’nın Spor Kitabı’na bir göz atabilirsin” dediğini anımsıyorum. Bir de küçük bir itiraf: sonuçların açıklandığı gün ismimi ilk 50’de görünce evde hopladım, zıpladım baya. Baya mutlu olmuştum, net.
Ne zaman Rena Bilgin denilse akıllara ya elde telefonu ile twit atmakla meşgul bir kız ya da okulu hakkında hayıflanan bir öğrenci geliyor.Twitter’in günlük hayattaki yeri senin için nedir ?
Twitter’ın günlük hayatımdaki yeri büyük. “Ne yazık ki” demeli miyim bilemiyorum, çünkü ben keyif alıyorum. Akıllara öyle gelmem hoş değil tabii ki. Fakat seviyorum mereti. Yazmayı seviyorum özetle aslında. 140 karakterle sınırlanmışım, ya da sınırlanmamışım, fark etmiyor. Aklıma gelen şeyleri hemen paylaşmak hoşuma gidiyor. Dilerim takipçiler de memnunlardır durumdan. J
Okul konusuna ise pek girmek istemiyorum. 2004 girişliyim, hala çıkamadım. Gerçi arada tamamen kontrolüm dışında yaşanmış kayıplar var. Dolayısıyla, başarısızlık olarak görmüyorum durumu. Sadece artık bitsin, aradan çıksın, ben de iş kadını olayım istiyorum. J
Galatasaraylı oluş hikayeni anlatır mısın bize?
Net olarak hatırlayamadığım, fakat annemle babamın bana anlattığı iki hikaye var öncelikle. Onlarla başlayayım: İlki şöyle; babam ben doğduğum senelerde oldukça fanatik bir futbolsevermiş. Galatasaray’a tapar, ben daha oturmayı bilmezken, sarı-kırmızı kıyafetlere, atkılara, berelere sarıp sarmalar, ekranın karşısına oturturmuş beni. İşlemiş demek ki kanıma diye düşünüyorum. İkincisi ise şöyle; henüz 3-4 aylık olduğum dönemde, Tanju Çolak bizim apartmanda, üst katımızda Hülya Avşar ile basılmış. İkilinin bizim apartmana girdiğini gören basın mensupları, hangi dairede olduklarını kestiremediklerinden kendilerini basmak için daire daire tüm zilleri çalıyorlarmış. Bizim zili çaldıklarında annem kucağında benimle kapıyı açmış ve kameranın flaşı gözümde patlamış: “Tanju Bey?!”
Sonrası ise tamamen bana ait. Çünkü babam sonraki yıllarda, fanatik olmak bir yana, futboldan nefret eden, salonda bana maç izletmeyen, beni Şampiyonlar Ligi finallerini bile odamda, minicik televizyonda izlemeye mahkum eden değişik bir adam oldu. Ben de tek başıma büyüttüm Galatasaray ve futbol sevdasını içimde. Ama yakılan o ilk ateş yeterli olmuş diyebilirim.
Kızların (kadınların) futbolla ilgilenmesi genele baktığımız zaman pek hoş karşılaşılan bir durum değil. Ancak senin bu konuyla ilgin bir hayli fazla. Gerçi genellikle işin magazin boyutunda olduğun yönünde eleştiriler de mevcut. Peki sen kendini işin ne kadar içinde ve neresinde düşünüyorsun?
Neden hoş karşılanmadığını anlamıyorum. Fakat, ne yazık ki somut örneklerle de gördüm bunu. Sami Yen’de iki kere polisten dayak yedim ve hala o iki vakanın da “içkisini içip stada maç izlemeye gelen kadın” modelinin ülkemizde hoş karşılanmayışından olduğunu savunuyorum. Geçen gün de, aynı şekilde, bir polis TT Arena’da, kendisine sadece “buradan geçebilir miyim” diye sorduğum için üzerime yürüdü mesela amaçsızca. Onlar beni anlamayabilirler, sizler işin magazin boyutunda olduğumu düşünebilirsiniz. Ama pek çoğunuz beni henüz bir derbi gününde veya önemli bir Avrupa maçı öncesinde veya sonrasında görmediniz. Benimle oturup La Liga maçları seyretmediniz. Doğrudur, birkaç adamla aynı ortamda çılgınca futbol konuşamayabilirim (ki genellikle aksi oluyor, ama mütevazı olmak iyidir J), ama sevgi değil, aşk değil, bambaşka bir şey bu...
Ali Sami Yen yıkılırken neler hissettin, seni yıkacak dozerin… ruh halinde olduğunu tahmin ediyoruz?
Uzun bir süre o besteyle kavrulduğumuz doğrudur. Bir ara, tam uyumak üzereyken, gözümü sabahları açtığımda, günün alakasız bir anında söylemeye başlıyordum besteyi. Fakat “Seni yıkacak dozerin” ruh halinden ziyade “Ali Sami Yen Stadı, hayatımın tam ortası, nice şampiyonlukların, zaferlerin mekanı. Her köşende bir anım var, hüzünlerle mutluluklar, gözümde yaş kalbimde sızı, zaman ayrılık zamanı” ruh halindeydim. Bu yeterli olur sanırım.
Bize gelen sorular arasında en enteresanı şuydu herhalde; Rena, neden pembe ?
Çok güzel soru, teşekkür ediyorum. Annem hep “seni erkek doğurmalıymışım” der. Çok çabuk sinirlenirim, günü gelir saçma sapan bir kavganın ortasında bulurum kendimi, vururum, kırarım. Futbol aşkımdan zaten bahsettik. Topuklu ayakkabı giymekten pek haz etmem, olabildiğince kaçarım. Elbisem, herhalde anca 3-5 tane vardır. Alışveriş yapmaya pek bayılmam, yorulurum. Zilyonlarca Barbie bebeğim olmadı, trenlerim vardı. Ama en sevdiğin renk denince: pembe. Gri de var tabii ki. Fakat aldığım her şeyde, eğer seçenekler dahilindeyse pembe olanı seçiyorum. “Neden” sorusuna inanın ben de bir yanıt bulamıyorum.
Bir de tabi ki röportaj anketine karıştırdığın iddia edilen yolsuzluk var. En yakın rakibine –ki kendisi Bağış Erten olur- attığın büyük fark ve listede Barış Gerçeker gibi hangi takımı tuttuğuna henüz kanaat getirilmemiş bir isimle, kendisi ünlü olmasa da ismi sayesinde ünlü Hazal Kaya varken sen birinci oldun. İddialar karşısında kendini uzun uzun savunman için bundan iyi bir fırsat bulamayacağını sende açıkladın daha önce. Evet söz sende?
Özellikle Kubilay Bey’e gelsin o zaman bu yanıt, zira kendisi bir türlü kabul edemedi halk tarafından ne kadar sevildiğimi. J Efendim, ben huzurlarınızda, işin iç yüzünü anlatıp, akıllardaki soru işaretlerini ortadan kaldırmak istiyorum sadece. Şöyle ki, zaten sistem aynı bilgisayardan 2 oy vermemizi mümkün kılmıyordu, dolayısıyla ortada şike olmadığı aşikar. Tek yaptığım, arkadaşlarımı ve halkı durum hakkında bilgilendirmekti. Sağolsunlar, sevmişler, saymışlar, duyurumu kale almışlar, oylarını esirgememişler. Fakat hakkımda çıkarılan “bedava kömür dağıttı” vb. açıklamalar kesinlikle asılsızdır. Oy verenlere sorunuz.
Şunu da belirtmek isterim ki, Bağış Abi’nin aynı duyuruyu yapmamış olmasının ekmeğini yiyorum bugün, şu anda. Çünkü hepimiz çok iyi biliyoruz ki, tek bir paylaşımıyla, ezilir, geçilirdim. Bir toz zerreciği gibi kalırdı oylamadaki yüzdem. J
Tekrar dönecek olursak futbola, bir Galatasaraylı olarak ne kadar mutlusun takımdan? Daha doğrusu mutlu musun?
Galatasaraylı olduğum için mutluyum. Bir gün bile pişman olmadım. Aksine her gün bir kez daha şükrediyorum Galatasaraylı olduğum için. Çocukken çikolataya, jelibona, aklım başıma geldiğinden bu yana da hiçbir şeye kanmadım başka bir takımın taraftarı olmam konusundaki baskılara. Takımın durumu ne yazık ki hiç iç açıcı değil son zamanlarda. Fakat Galatasaraylı olmadım, doğdum. Böyle de öleceğim. Onun için: “Başarılar gelir geçer, asaletin bize yeter” diyerek son noktayı koymak istiyorum.
Sarı kırmızı forma ile görmek istediğin futbolcular var mı?
Sanırım, en çok David Villa’yı görmek isterim. Daha doğrusu o günleri görmeyi çok isterim. J
Kesin ve net soruyorum; Hagi gitsin mi?
Hagi yardımcı teknik direktör olsun. Teknik direktörlüğe başka bir isim getirilsin.
Neden?
Çünkü bu soru direkt bana soruldu, ve takıma duyduğum sevgi dolayısıyla, bazen ne yazık ki pek objektif bakamıyorum olaylara. Ama 2000’de, henüz daha minicikken, belki de aşka dair ilk en içten göz yaşlarımı onun sayesinde döktüm. Bu sebeple, Hagi’nin ömrü yettikçe bu takımın bir parçası olarak kalmasını istiyorum. Hak ediyor bunu. Futbolun, klübe bağlılığın, birkaç başarıya karşı duyulan aşk olması hoşuma gitmiyor. Vefa ve gerçek sevgi de lazım.
Tenisten de bahsetmek gerekli sanırım. Nadal’cı olduğun herkes tarafından biliniyor. Federer senin için ne ifade ediyor diye ters köşe bir soru soralım?
Ters köşe bir soru olarak görmüyorum bunu. Federer, aklı başında her tenissever tarafından başarısı takdir edilen bir oyuncu. Ben de (burada ukala olacağım biraz, fakat) kendimi “aklı başında bir tenissever” olarak görüyorum. J Evet, aleni bir şekilde söylüyorum zaten. “Vamos Rafa” diye bağırırım ben, delirir, çıldırırım. Ama Fedex’e de sonsuz bir saygı duyarım. Her ne kadar fanatik bir Rafael Nadal taraftarı olsam da, rahmetli babacığımın en sevdiği tenisçi olarak Roger Federer’in yeri de ayrıdır bende.
Nadal-Federer, Real Madrid-Barcelona. İki büyük İspanya çekişmesinde ikisinde de bir tarafsın. Barcelona’ya ne zamandır sempati duyuyorsun?
Nadal-Federer’e İspanya çekişmesi diyemeyiz bence. Nadal, İspanya adına kortlarda zaten zaten. İsviçre’ye karşı oynamış oluyor. Ki İsviçre’yi destekliyor olmak için de bir sebep göremiyorum. Hele ki fanatik bir İspanya taraftarı ve aşığı olarak. Bir sır vereceğim, ama futbolda favori milli takımım da İspanya’dır. Çok eleştiriliyorum genellikle bu konuda, ama ilktir, Türkiye’den öncedir İspanya futbolda benim için.
Barcelona’yı özellikle lise yıllarımdan bu yana destekliyorum sıkı bir şekilde. Fakat lise yıllarından önce de, Avrupa’dan bir takım seç dendiğinde her zaman Barcelona demişimdir. Eminim. PES veya FIFA oynadığımda, her zaman Barcelona’yla oynarım mesela kendimi bildim bileli. Milli bir turnuva yapılıyorsa da İspanya’yla.
Philip Cocu, Kluivert, Sergi, Luis Enrique, Geovanni, Overmars, Petit gibi isimlerin formasını giydiği Barcelona senin için bir şey ifade ediyor mu?
Barcelona taraftarlığımın bu boyutlara geldiği dönemin adamlarını listelemişsin ama bana. Bu adamlar, Barcelona aşığı olmamı sağlamış, futbola olan aşkımı derinleştirmiş adamlar işte. Ve çoğu Barça’da 2004’e, yani benim üniversiteye girdiğim seneye kadar top koşturmuş isimler. O kadar çok şey ifade ediyor ki yani bu isimler bana. İsimlerini bir arada görünce kalbim bir farklı atıyor, öyle diyeyim.
Hiç düşünmeden; Barcelona kaç yılında kuruldu ve kurucu kimdi ?
1899’da kurulduğunu söyleyebilirim. Rahatlıkla. Fakat hile yapmak istemediğim için, kurucusunun ismini hatırlamadığımı itiraf edeceğim. Ancak, ismini hatırlamadığım o kişinin liderliğinde, İngiliz, İsviçreli ve İspanyol futbolculardan oluşan bir grup tarafından kurulduğunu anımsıyorum hafızam beni yanıltmıyorsa.
Neden renkleri Mavi-Bordo?
Sanırım, klübün kuruluşunda bulunan İsviçreli futbolcular ve o vasıta ile Basel ile bir alakası var. Emin değilim, ancak bir keresinde böyle bir şeyler konuşulduğunu hatırlıyorum. Hatta, ben her Federer maçında, kenardaki Basel formalı Fedex taraftarlarını gördüğümde takılırım, aklıma Barça gelir, boğulur giderim düşüncelerde. J
Tekrar tenise dönelim ve işi magazinleştirelim. Xisca Perello hakkında neler düşündüğünde okuyucularımız tarafından merak edilen bir konu?
Pek tabii ki kendisine bayılmıyorum. Ancak, iyi ki var, ki sayesinde Nadal o kadar mutlu. En azından öyle görünüyor basına yansıyan her karede. Rafa’yı mutlu eden bir şeyin karşısında durmam asla. Fakat tabii ki, turnuvalarda kameralar her kendisine döndüğünde, Nadal’ın annesiyle tatlı sohbetini görüp “Ah canım, şimdi senin yerinde olmak vardı” diye geçiriyorumdur muhakkak aklımdan, yalan olmasın. J
Aynı şeyleri Sheree Murphy içinde hissediyor musun?
Bu daha zor bir soru aslında. Kewell gözüme Nadal kadar mutlu görünmüyor, bir de adam yanı başımızda hani, sorun o. Yoksa, bana ne?! :p Şaka bir yana, doğru noktalardan yakalamışsın şu son iki soruda, Harry Kewell’dan daha büyük bir aşkım yok futbolda. Kabul ediyorum. İnkar etmeyeceğim. Hatta Nadal’dan bile önde gelir bende, itiraflara bir yenisini ekleyelim.. J
Peki Demet Akalın desek?
O kimleydi yahu? Bizim Ufuk Ceylan’la mı? Twitter’da öyle bir muhabbet döndüğünü anımsıyorum. Fakat sen beni Dicle’yle karıştırmışsın. Ufuk Ceylan dedin mi, ben değilim doğru adres. Hatta ben, aksine çok kötü şeyler söyleyebilirim onun hakkında. Ama keyifli keyifli sohbet ediyoruz şurada, tadımız kaçmasın. J
Shakira?
Twitter’dan bu konudaki görüşümü çok açık ve net şekilde belirtmiştim aslında. Pique’yi severim, evet. Fakat ilişkisi beni ilgilendirmez, ne de olsa bir Kewell değil. J Şaka bir yana, o ilişkide Shakira’nın Pique’den yaşça baya büyük olması benim dikkatimi çeken. Gerçi, günümüz modası oldu bu durum resmen (bu nokrada Sheree’nin de, Harry’den birkaç yaş büyük olduğuna dikkat çekmek isterim hatta). Onun için mutluluklar dileyeyim ben sadece. Hem fena mı oldu, Shakira geldi Ibrahimoviç unutuldu. J
Neden yurtdışına çıktın?
Hangi çıkışımdan bahsettiğimizi tam olarak kestirememiş olmakla beraber, 3 sene Makedonya’da yaşamış olmamdan bahsediyor olabileceğimizi varsaydım bir an. O dönemde (1998) ailem çok yoğun bir şekilde çalışmaktan (reklam ajansları vardı) yorulmuşlardı ve sakin bir yerlere kaçıp, birkaç sene sadece benimle ilgilenmek ve kafa dinlemek istediklerini söylediler ve gittik, yaşadık, döndük. J
Eğer son Finlandiya ziyaretimden bahsediyorsak da; annemin üyesi olduğu uluslararası bir eğitimciler birliğinin senelik toplantısı içindi. Hatta bu sene, aynı senelik toplantıyı annem ve benim liderliğimde İstanbul’da gerçekleştireceğiz. Hepinizi bekleriz. J
Hangi ülkelerde bulundun peki?
Makedonya, Finlandiya, Bulgaristan, Arnavutluk, Romanya ve Yunanistan’da.
Alman Dili ve Edebiyatı okuyorsun sanırım. Neden bu bölüm seçildi?
Makedonya’da Amerikan okulunda okudum. Türkiye’ye döndüğümüzde yarım sene içerisinde liseye başladım. Lisede ilk senem o bocalamayla geçti. Lise 1 sonunda da en iyi dersim İngilizce olduğu için, Yabancı Dil seçtim alan seçimleri esnasında. Lise bittiğinde YDS’ye girdim. Sonuçlar geldiğinde, yani tercih aşamasında annem ve babam “Zaten İngilizce biliyorsun, yeni bir dile yönel bizce” dediler. Kafama yattı. İzmir’de kalmak istiyordum o dönemde. Onun için sadece Alman Dili ve Edebiyatı ve Fransızca Öğretmenliği seçeneklerim vardı. Öğretmen olmak istemediğimden emin olduğum için, Alman Dili ve Edebiyatı’nda karar kıldım ben de. J
Şimdi de spor iletişimi? Hedef nedir?
Hedef, röportajın en başında da belirttiğim üzere program editörü olmak. Hayırlısıyla. J
Daha önce röportaj yaptığımız Dicle Bağcı gibi sen de Eurosport stajyerisin. Nasıl bir ortam bize anlatır mısın? Artıları ve eksileri neler?
O web sitesinde, ben kanaldaydım. Ortamlar biraz farklı sanırım. Gerçi çok istiyor olmama rağmen hala ziyaret edemedim web ofisini. Varsayımsal konuşuyorum yani. J Bu arada, evet, “kanaldaydım”. Yani uzun süredir devam edemiyorum ne yazık ki staja. Şu okul, derslere gitmeden bitmiyor da zaten. Onun için, kendime yaptığım son plan-programda seneye diplomayı almış olmayı ve ondan sonra, artık staj değil, kalıcı bir iş arayışına girmeyi hedef koydum kendime.
Orada kalıcı olmak gibi bir amacın var mı?
Belirttiğim gibi, şu anda orada değilim zaten. Fakat ileride bir gün Bağış Abi “Rena, koş sana şöyle bir iş ayarladım burada” derse, emin ol, koşa koşa giderim. Hayatımın en keyifli zamanlarından bazılarını geçirdim o ofiste. Özetle, amaç demeyelim ama her zaman o istek var. J
Bunda şansın olduğunu düşünüyor musun?
Zaman neler getirir hiç bilemiyorum ki. Ama şansım olabileceğine inanıyorum. Umalım hakkımda hayırlısı olsun. J
Spor iletişimine dönersek eğer, yine klasik sorularımızdandır sınıftaki ortamı nasıl buldun?
İlk başlarda kopuktuk birbirimizden. Fakat, siz ne kadar beni eleştirseniz de, Twitter resmen sınıfı bir araya topladı, ekip olduk. Dersler dışında da sık sık birbirimizden haber alır, bazı planlar, programlar yapmaya çalışır olduk. Ben çok keyif alıyorum hafta sonlarımı o ortamda geçirmekten. “İyi ki yapmışım” dediğim şeylerden birisi oldu burada olmak benim için şüphesiz. Bizden sonraki nesillere de tavsiye ederim, kaçmaz! J
İlerisi için tahminin olan isimler var mı peki? Medya’da veyahut spor iletişimi içerisinde yer alacak ve ileride “bu benim arkadaşım” deyip hava atacağını düşündüğün isimler?
Hava atmam yahu. Mutlu olurum sadece başarılı olduklarını gördüğüm için. Ki, hava atmak gibi olmasın, önceki dönemler alınmasınlar ama, gelmiş geçmiş en harika dönemiz resmen. :p Onun için, eminim çok başarılı isimler çıkacak aramızdan. Politik bir cevap gibi durdu, biliyorum, ama gerçekten değil. Bu arada, geçen dönemden “Ben bunu tanıyorum” diye hava attığım Atilla var, o sayılır mı? J
Senin için en güzel ders ya da dersler nelerdi?
Diğer dersler kötüydü diye demiyorum asla, fakat kendi adıma en faydalı bulduğum dersler Barış Kuyucu ve Uğur Yıldırım’ın dersleri oldu. Mehmet Demirkol ve Okay Karacan’ın dersleri de en eğlenceli, stand-up havasının eksik olmadığı derslerdi. Top 4 listem budur. J
Yine klasiklerimizden tek kelime cevapları;
Öncelikle belirteyim, asla tek kelimeye sığdıramam ben bunları. “Tek cümle”de anlaşalım, edebiyatçı torpili olsun o da bana.
Kuaför: Evim gibi oldu bu aralar.
Blackberry: Onsuz olmaz, denedim olmuyor.
Adana Demirspor: Atkı. (Tek kelime yeterli olacaktır mesajı almanda.)
Telefondan mail atmak: Mecbur kalmadıkça tercih etmediğim bir eylem.
Lahmacun: Bayılmam, varsa yerim.
Göztepe Kampüs: Haftada beş günüm, en az yirmi saatim.
Köpek: Tia’m.
Almanca: #ichhassedeutschesprache J
1 yorum:
Güzel röportaj olmuş, ancak blogdaki oylama sistemine aynı bilgisayardan birden fazla oy verilebiliyor, sadece birazcık kurcalamak lazım :)
Yorum Gönder